İlliberal Popülizm Bağlamında Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Söylem: Aile Dergisi Örneği (2025)

Oğuz Erışık

2024, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kadın Çalışmaları

visibility

description

271 pages

link

1 file

Bu araştırma, Türkiye'deki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin nasıl geliştiğini ve meşruiyet kazandığını; bu söylemlerin toplumsal cinsiyet politikaları üzerinde nasıl etkili bir ideolojik araç haline geldiğini incelemektedir. Araştırmamın temel sorusu, “toplumsal cinsiyet karşıtı söylemin hangi kavram ve gerekçelerle çerçevelenerek siyasal/yönetişimsel bir meşruiyet aracı olarak” ortaya çıktığını çözümlemektir. Araştırmanın teorik çerçevesi, toplumsal cinsiyet karşıtlığının aşırı sağcılar ve kökten dinciler tarafından kullanılan tutarlı ve bütünlüklü bir ideolojik inşa olduğu anlayışına dayanmaktadır. Bu yeni ideolojik yapı, muhafazakâr çevrelerin ötesine geçerek daha geniş kitlelerle etkileşime girmekte ve liberal değer sistemlerine yönelik eleştirileri küresel kapitalizm karşıtlığı ile etkili bir şekilde harmanlayarak muhafazakâr anti-feminizmden ayrılmaktadır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet karşıtı hareket ilk olarak, Avrupa’daki aşırı sağ partileri ve hareketleri birleştiren bir "sembolik yapıştırıcı" olarak ele alınmıştır. İkinci olarak, ailecilik ve güvenlikçilik ilkelerine dayalı illiberal popülizm bağlamında incelenmiştir. Ayrıca, toplumsal cinsiyet karşıtlığı, milliyetçi tepkileri ifade etmenin bir aracı olarak, sömürgecilik karşıtı bir çerçeve içinde de değerlendirilmektedir. Bunun yanında hareketin, neoliberalizmin krizi, sağ popülizmin yükselişi ve ‘erkeklik krizi’ ile olan ilişkisi de değerlendirilmiştir. Türkiye bağlamında Türkiye’deki otoriter dönüş sürecinde neoliberal ve neo-muhafazakâr paradigmaların toplumsal cinsiyet politikalarını nasıl dönüştürdüğü ve ailecilik ve güvenlikçilik paradigmaları ile siyasi rejimin illiberal dönüşümünün toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin ortaya çıkışı üzerindeki etkisi tartışılmıştır. Araştırmanın yöntemsel yaklaşımı, süreç izleme ve eleştirel söylem analizi yöntemlerinin birleşiminden oluşmaktadır. Bu süreçte, toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin gelişimi ve bu söylemlerin diğer toplumsal, siyasi ve ekonomik gelişmelerle olan etkileşimleri incelenmiştir. Eleştirel söylem analizi yöntemiyle, Diyanet Aile Dergisi’nin Ocak "Cinsiyetsizleştirme: Fıtratın Tahribatı" başlıklı 61. Sayısı eleştirel söylem analizi yaklaşımıyla incelenmiştir. Bu analiz, dergideki metinlerin ve görsellerin toplumsal cinsiyet karşıtı retorik ve stratejileri nasıl kullandığını ve bu söylemlerin hangi temalara dayandığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada, popülist söylem stratejileri, dikotomiler, metaforlar ve metinlerarası göndermeler incelenerek, toplumsal güç ilişkilerinin ve iktidar yapılarını nasıl yeniden üretildiği analiz edilmiştir. Ayrıca, özne konumlarının, ailenin ve milli kimliğin nasıl inşa edildiği, "biz" ve "onlar" ikiliğinin nasıl araçsallaştırıldığı, ötekilerin hangi dışlayıcı stratejilerle kurgulandığı ve komplo teorileri, distopik anlatılar ve savaş metaforlarının ötekilere yönelik tehdit algısının şekillendirilmesinde nasıl işlevselleştirildiği çözümlenmiştir. Sonuç olarak, bu araştırma, Türkiye'deki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin nasıl kurumsallaştığını ve bu söylemlerin toplumsal cinsiyet ve sosyal politikaların şekillendirilmesinde nasıl etkili bir ideolojik çerçeve olarak kullanıldığını kapsamlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, Diyanet Aile Dergisi'nin, toplumsal cinsiyet karşıtı söylemin meşrulaştırılmasında hegemonik bir araç olarak işlev gördüğü tespit edilmiştir.

Related papers

İstanbul Sözleşmesini Savunmak: Toplumsal Cinsiyet Temelli Nefret Söylemiyle Mücadele İçin Politika Önerileri

İnan Özdemir Taştan

2022

Raporun ilk kısmında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme süreci ve sonrasında gösterilen toplumsal muhalefete kısaca değinilmiş ardından da İstanbul Sözleşmesi’ni hedef haline getiren “toplumsal cinsiyet karşıtı hareket”in genel karakterine, kampanya stratejilerine, iddialarına ve kadın ve LGBTİ+’lara yönelik nefret diline odaklanılmıştır. Raporun ikinci kısmı, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması sürecini Erdoğan iktidarının otoriterleşmesi ve Türkiye’deki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin kampanyası aracılığıyla anlamaya çalışmaktadır. Bu bölümde ulusötesi bir nitelik taşıyan toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin Türkiye’deki ana aktörleri, temel iletişim stratejileri ve iddiaları ele alınmakta, bu hareketin Sözleşme’ye ilişkin tartışmalarda kadınları, feministleri ve LGBTİ+’ları şeytanlaştıran ve hedef gösteren nefret söylemi tartışmaya açılmaktadır. Raporun son bölümünde ise siyasi partilerin, belediyelerin, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin toplumsal cinsiyet temelli nefret söylemiyle mücadelede geliştirecekleri politikalar için izleyebilecekleri temel bir yol haritası sunulmaya çalışılmaktadır.

View PDFchevron_right

Sembolik Bir Yapıştırıcı Olarak Toplumsal Cinsiyet: Neo-liberal Düzenin Reddi İçin Toplumsal Cinsiyet Nasıl Şemsiye Bir Kavram Haline Geldi?

Andrea Peto

in Duvarları Yıkmak, Köprüleri Kurmak YENİ KÜRESEL FEMİNİZMİN YÜKSELİŞİ VE İMKÂNLARI 3-4 Kasım 2017 Düzenleyen: Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, İstanbul, Kasım 2018, 37-43. Bu metin daha önce http://politicalcritique.org/long-read/2017/gender-as-symbolic-glue-howgender-became-an-umbrella-term-for-the-rejection-of-the-neoliberal-order/websitesindeyayınlanmıştır ve konferans sırasında Andrea Pető tarafından sunumu yapılmıştır.

View PDFchevron_right

Cynthia Cockburn ile Görüşme (I): İktidar karşısında bütünsel bir feminist mücadeleye doğru (Cemile Gizem Dinçer ile birlikte)

Ozlem Celik, Cemile Gizem Dinçer

Feminist Politika Sayı 22, 2014

View PDFchevron_right

Popülizm, Otoriterleşme ve Kadın Politikaları

Bilge Yabanci

Istanbul Political Research Institute (IstanPol), 2020

View PDFchevron_right

Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddetin Çözümünde Erkekler

Erman Örsan Yetiş

Nika, 2022

Kadına yönelik şiddete karşı küresel düzeyde yürütülmekte olan mücadele günümüzde toplumsal ve siyasal mücadele zemininin genişletilmesiyle güçlenmektedir. Şiddetin cinsiyetli güç ilişkilerinin hem bir parçası hem de bir neticesi olduğunun anlaşılmasıyla toplumsal cinsiyet temelli şiddet kavramının kullanımın ön plana çıktığı görülmektedir. Kadına yönelik şiddet ile mücadele ise, LGBTİ+’lara, çocuklara, gençlere, azınlıklara, göçmenlere, yoksullara, engellilere ve hatta erkekler arası/erkeklere yönelik şiddet gibi cinsiyetli güç ilişkileri içinde cereyan eden çeşitli şiddet biçimlerine karşı ortak bir mücadeleyi mümkün kılan bir yol haritası sunmaktadır. Fakat bu mücadelenin karşısında toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı çıkan, kadının yerinin öncelikli olarak evi olduğunu vurgulayan ve aile içinde tanımlanan geleneksel rollerin kıskacında bir yaşam sürmesinde ısrar eden, etkisini her geçen gün daha yoğun hissettiğimiz sağ, muhafazakâr ve popülist bir siyasetin etkin olduğunu görüyoruz. Bu görüşe göre, kadına yönelik şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınların yaşamlarına yönelik baskı ve denetim mekanizmalarıyla ilişkili olmaktan çok; kadınların geleneksel rollerine karşı gelmelerinin ve kendileri için uygun görülen görece güçsüz konuma itiraz etmelerinin bir neticesidir. Bu görüş çerçevesinde, hakkını arayan ve kendi yaşam kararlarını belirlemede ısrarlı kadınlar, mevcut siyasi ve toplumsal otoritelerinin payandası konumundaki eril iktidar anlayışına karşı tehdit olarak algılanmaktadır. Bunun bir sonucu olarak kadına yönelik şiddet de bir ceza olarak kadınlara reva görülmektedir. Tam da bu sebeple, şiddet kadının kırılganlığı, zayıflığı ve güçsüzlüğü ile ilgili değil, yaşam tercihlerini önündeki hemen her türlü engelle ilişkili bir biçimde ele alınmalıdır. Kadınların bu engellerle mücadele ederken karşılaştığı şiddet ise toplum, devlet ve erkekler tarafından yeniden üretilen yapısal şiddetin tahkimine yönelik çabanın bir ürünüdür. Bu açıdan değerlendirildiğinde, kadınların hak ve özgürlük mücadelesi, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin tarihidir. Bu mücadele, toplumun diğer baskı altında yaşayan, şiddet gören ve sürekli bir biçimde adaletsizliğe uğrayan kesimlerinin hak ve özgürlük mücadelelerinin feminist bir sosyal adalet anlayışı doğrultusunda birbirleriyle eklemlenebilir olduğunu gösterir. Peki, bu şiddetin öznesi konumundaki erkeklerin, mevcut konumlarını terk ederek böylesi bir mücadeleye eklemlenmeleri mümkün müdür? Erkekler bu mücadeleye ancak şiddetin yaşamlarındaki yerini ve anlamını sorgulamaya giriştiklerinde dahil olabilirler. Bunun için hem ataerkil düzen içindeki ayrıcalıklarını hem de şiddet karşısında kendi kırılganlarını kabul etmeleri, bunlarla yüzleşmeleri gerekir. Bu yüzleşmeyi sağlamak adına, erkeklerin şiddeti kendi yaşamlarında nerede konumlandıkları öğrenmeyi önceleyen çalışmalara ve araştırmalara çok daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. Erkeklerin şiddet karşısında iç içe geçen fail, mağdur ve tanık konumlarıyla birlikte şiddet etrafında örülü yaşamlara sahip olduğunu görüyoruz. Öte yandan, erkekler şiddeti kendi deneyimlerinin bir parçası olarak tanımlasalar bile, bu şiddetin kendileri üzerindeki etkilerinden bahsetmek konusunda isteksizlikleri sürmektedir. Şiddetin, güçsüz, zayıf ve kırılgan olanın meselesi olarak tanımlandığı bir erkeklik konumlanışına göre, kendi erkekliklerinin bir tür kırılganlığın inkârı üzerine kurulu olduğu görülür. Bu inkâr vesilesiyle, şiddeti kendi yaşamlarına etki eden dramatik bir deneyim veya süreç olarak tanımlamakta zorlanırlar. Bu sebeple kadına yönelik şiddet, toplumsal bir sorun olarak tartışılırken, şiddet karşısında kırılganlığı ile malul görülen kadının sorunu olarak tarif edilmektedir. Kadına şiddet uygulayan erkek ise, sanılanının aksine, gücü, iktidarı, otoriteyi ve itibarı temsil ettiği düşünülen bir erkeklik üzerinden tanımlanmaz. Erkekler genelde, şiddeti her zaman bir öteki erkeğin sorunu olarak göstermeyi tercih eder. Bunun yanında, erkek şiddeti karşısında, somut erkek deneyimlerini aşan soyut bir erkeklik mefhumu sorumlu tutulmaktadır. Erkek şiddeti, bugünlerde git gide daha da popülerleşen bir tanım olan toksik erkekliğin asli bir unsuru veya kriz içinde bir erkekliğin son tesellisi olarak tanımlanmaktadır. Fakat bu açıklamaların ve tanımlamaların hiçbiri, erkeklerin şiddeti samimi ve somut biçimlerde kendi yaşam deneyimleriyle ilişkilendirmeleri yolunda yeterli imkânı sunmaz. Erkeklerin şiddet üzerine açıkça konuşmaları, şiddetin kendi yaşamlarındaki yerini sorgulayarak düşünmelerini gerektirir. Fakat şiddeti anlamaya dönük her çalışmanın esas amacı bu şiddetin önlenmesini içermelidir. Bu nedenle, anlamaya dönük her çaba mücadelenin asli bir unsurudur. Buna rağmen, erkeklere yönelik çeşitli müdahale çalışmalarının ve uygulamaların genelde tam tersi bir istikamette gittiği görülmektedir. Daha şiddeti anlamadan, şiddetin çözüm yollarına gidilmeye çalışması, bu yolun sonunda kaçınılmaz olan bir hüsranı, karamsarlığı ve çaresizliği beraberinde getirmektedir. Erkeklerin şiddeti sorgulamalarında tercih edilecek yöntemin belirlenmesi ve bu sorgulamaya yönelik uygulamaların gerçekleştirileceği ortamın niteliği ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Her şeyden evvel, erkeklerin bir yandan kendi kırılganlıklarını açıkça kabullenmeye çalışırken diğer yandan da mevcut sistem içindeki ayrıcalıklarını sorgulanmalarının kolay olmadığını kabul etmeliyiz. Erkekler kendilerini bu tarz sorgulamalara kapalı bir hale getirerek, genelde inkâr ve kayıtsızlık içeren savunmacı bir tavrı sergileyebilmekteler. Böylesi bir sorgulamanın mümkün olabilmesi için öncelikli olarak bu savunmanın kırılması gerekir. Erkekleri rahatsız etmesi kaçınılmaz olan bu tarz konuların olduğu gibi konuşulması adına “yeteri kadar” güvenli ve rahat bir ortamın yaratılması lazım. Burada yeteri kadarın ne kadar olduğu hem yöntemsel hem de etik yönüyle ele alınarak belirlenmelidir. Bu belirlemede feminist bir anlayışı ve yöntemsel yaklaşımı benimsemenin önemi oldukça büyük görünüyor. Yaratılacak ortamın, erkekliğe hasredilen üstünlüğü yeniden üreten işbirlikçi bir ortama dönüşme riskini her zaman hesaba katmalıyız. Ayrıca, böylesi bir sorgulamanın esas amacının erkeklerin şiddet deneyimleri karşısındaki mağduriyetlerini ön plana çıkarmak olmadığı; daha çok parçası oldukları yapısal şiddetin içine gömülü rollerinin ve bu sistemin içinde şekillenen erkeklik deneyimlerinin sorgulanması olduğu unutulmamalıdır.

View PDFchevron_right

Göçmenler Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun Neresinde? (s.121-135)

Cavidan Soykan

II. ULUSLARARASI AYRIMCILIK KONFERANSI-ESHİD YAYINI, 2020

Mültecilerin haklarını koruyan bir sözleşme var olmakla birlikte, göçmenler için bağlayıcı bir sözleşme yoktur. Peki biz ne yapabiliriz? Türkiye hem AK üyesi hem de BM üyesi olarak göçmenlere uygulanabilir pek çok tematik sözleşmeye taraftır. Bu yüzden diğer BM sözleşmelerine bakarak pek çok hak çıkarmak ve o sözleşmelerin denetim mekanizmalarını bu ihlallere karşı kullanmak mümkündür. Bu sözleşmeler ve onların denetim mekanizmalarıyla göçmen hakları ihlalleri konusunda atılabilecek çok fazla hukuki adım vardır. Örneğin, 2020 Şubat’ında Edirne-Meriç sınırında olanları hatırlarsak, Türkiye batı sınırlarını açtığını ilan etti ve binlerce göçmen ve mülteci Yunanistan-Türkiye kara sınırına yığıldı. Sonuçta iki kişi vuruldu, bir Suriyeli kadın kayboldu. Covid-19 pandemisi nedeniyle son bulan süreç boyunca başta yaşam hakkı ve işkence olmak üzere pek çok insan hakkı ihlali yaşandı.

View PDFchevron_right

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN ÇEKİLDİKTEN SONRA 6284 NUMARALI KANUNUN FİİLİ UYGULAMASI TÜRKİYE'DE YAPISAL VE KURUMSAL ATAERKİL ŞİDDETLE MÜCADELE

Elif Çiğdem Artan

İPM-Mercator Analizi, 2023

Özet 25. Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı'nda, aile odaklı devlet politikalarının ve Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının ataerkil şiddete yansımaları avukatların, sığınak ve da(ya)nışma merkezi çalışanlarının aktardıkları deneyimler doğrultusunda tartışıldı. Kurultay Sonuç Bildirgesi, kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik şiddetle mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dair talepleri bir kez daha gözler önüne serdi. Bu çerçevede, bu yazı, "Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının 6284 sayılı Kanunun fiili uygulamasında politik ve hukuki etkileri nelerdir?" sorusuna Kurultayda yürütülen güncel tartışmalar doğrultusunda yanıt aramaktadır. Ancak, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı sadece ulusal değil, ulus ötesi politikalar bağlamında da ele alınmalı. Örneğin, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının AB-Türkiye ilişkilerini nasıl etkilediği; etkileyip etkilemediği ya da etkilemediyse neden etkilemediği AB çapında da yükselen anti-gender (toplumsal cinsiyet karşıtı) hareketler ve artan militarizm çerçevesinde değerlendirilmeli.

View PDFchevron_right

Sri Lanka’nın Postkolonyal Devlet İnşası Sürecini Oluşturan Faktörler

Kartal Batuhan Olkan

Siyasi İlimler Türk Derneği III. Ulusal Siyaset Bilimi Kongresi, 2024

Sri Lanka’nın postkolonyal devlet inşası, akademik yazında çok katmanlı ve karmaşık bir süreç olarak ele alınmıştır. Bu süreçteki temel unsurlar bu çalışmada, terör örgütü Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (LTTE) ve LTTE’nin devlet inşası girişimleri, Sri Lanka İç Savaşı sonrası yeniden yapılanma, güç paylaşımı ve yönetim biçimleri tartışmalarının yanı sıra “Sri Lankalılık” kimliği bağlamında ulus inşası olarak incelenmiştir. Bu faktörlerin her birinin ayrı başlıklar altında incelendiği bu çalışma kapsamında ayrıca bu unsurların literatürdeki yansımalarına da dikkat çekilmiştir. Özellikle LTTE'nin devlet inşası girişimleri, postkolonyal dönemde Sri Lanka siyasetini şekillendiren en önemli faktörlerden birisidir. Sri Lanka hükümetinin azınlık Tamillere uyguladığı politikaların yarattığı ayrışma iddiasıyla ortaya çıkan ve yaklaşık otuz yıl süren iç savaş sürecinde aktif bir rol oynayan LTTE, Sri Lanka'nın kuzey ve doğu bölgelerinde bağımsız bir Tamil Eelam devleti kurma amacıyla devlet inşası faaliyetlerinde bulunmuş, bu süreçte fiili bir devlet yapılanması oluşturmuş ve çeşitli yönetim mekanizmaları geliştirmiştir. 2009 yılında Sri Lanka ordusu tarafından mağlup edilen LTTE'nin bu dönemdeki devlet inşası faaliyetleri, Sri Lanka'nın toprak bütünlüğünü tehdit etmiş ve devletin egemenliğini zayıflatmıştır. Sri Lanka'nın postkolonyal devlet inşası literatüründe LTTE'nin terör örgütü olarak tanımlanması ve bu tanımlamanın Sri Lanka siyaseti üzerindeki etkileri de tartışılmıştır. Uluslararası toplumun LTTE'yi terör örgütü olarak nitelendirmesi LTTE'nin siyasi meşruiyetini zayıflatmış; ancak askeri kapasitesini ve bölgesel etkisini ortadan kaldırmamıştır. Postkolonyal dönemde LTTE’nin devlet inşası girişimlerinde demokratik temsil ve yönetişim mekanizmaları geliştirme çabaları olsa da bu girişimler genellikle otoriter ve teknokratik eğilimlerle sınırlı kalmıştır. Sri Lanka'nın devlet inşası sürecindeki güç paylaşımı ve yönetim biçimi tartışmaları da literatürde önemli bir yer tutmuşlardır. Bu çalışmada, LTTE'nin özerklik talepleri ve bu taleplerin Sri Lanka hükümeti tarafından nasıl karşılandığı incelenmiştir. Özellikle 2003 yılında LTTE'nin özerklik girişimi ve bu girişim bağlamındaki teklifleri, bazı kesimlerce Sri Lanka'daki etnik çatışmanın çözümü için bir fırsat olarak değerlendirilmiş; ancak merkezi hükümetin LTTE'ye olan kuşkucu yaklaşımı ve iç siyasi dinamikler nedeniyle süreç tıkanmıştır. Ulus inşası bağlamında "Sri Lankalılık" kimliğinin oluşturulması ve bu kimliğin etnik ve siyasi farklılıklar üzerindeki etkileri ise Sri Lanka'nın postkolonyal devlet inşası sürecini oluşturan son faktör olarak ele alınmıştır. Postkolonyal dönemde Sri Lanka'daki ulus inşası çabaları, farklı etnik grupların taleplerini ve kimliklerini nasıl bütünleştirebileceği sorunu etrafında şekillenmiştir. Bu süreçte, etnik temelli siyasetin merkezde olduğu ve terörle mücadele retoriğinin bu siyaseti nasıl etkilediği de tartışılan bir diğer husus olmuştur. Sonuç olarak bu çalışmanın temel iddiası, karmaşık bir süreç olan Sri Lanka'daki postkolonyal devlet inşasının hem içsel hem dışsal faktörler tarafından şekillendirildiğidir. Bu bağlamda bu çalışmada Sri Lanka'nın postkolonyal dönemdeki devlet inşası süreçleri ve bu süreçleri etkileyen temel faktörlerin neler oldukları araştırma sorusuna cevap aranmıştır. LTTE'nin devlet inşası girişimlerinin ve Sri Lanka hükümeti ile olan ilişkilerinin bu sürecin en belirleyici unsurları arasında yer aldığını vurgulayan bu çalışma, Sri Lanka'daki devlet inşası literatürünün eksikliklerini ve Sri Lanka'daki postkolonyal devlet inşası sürecinin literatürde daha fazla incelenmesinin gerekliliğini belirtmiştir.

View PDFchevron_right

Cinsiyet Kimliği Ayrımcılığı ve Ana Akım Medyada Görünmezlik: Transgender Ölümleri (İntiharları/Cinayetleri)

Tuba Çetinbaş

Doktora Tezi / Ph.D Thesis, 2019

Heteronormativite, ataerkil toplumların en büyük problemlerinden biridir. Doğal, verili zannedilen bu kurgu ve cinsiyet rejimi yaşamın tüm alanlarını şekillendirmektedir. Buradan hareketle özellikle transgender (‘T’) bireyler cinsiyet kimliği ayrımcılığı ve ölümlerle (cinayet, intihar) karşı karşıyadır. Medya da cinsiyet rejimini doğallaştırıp yeniden üretirken, norm dışı addedilen bedenleri ve cinsiyet kimliklerini dışa atan ideolojik bir aygıt görevi görmektedir. Bu bağlamda şu sorulara cevap aranmıştır: 1-‘T’ bireyler ve ‘T’ bireylere dair ölümler egemen ideoloji ile nasıl kuruluyor, devletin ideolojik aygıtı (DİA) olan medyadan (yazılı basından) nasıl aktarılıyor? 2-‘T’ bireyler toplumsal yaşamda nasıl konumlanıyorlar, politik olarak kendilerini nasıl inşa ediyorlar, bu inşa gündelik yaşamlarını nasıl etkiliyor, hak ihlalleri dahilinde yaşamı nasıl deneyimliyorlar? Sorulara cevap bulabilmek için üçgenleme metodolojisi ekseninde eleştirel söylem analizi, çevrimiçi gözlemcilik ve görüşme olmak üzere üç farklı yöntem kullanılmıştır. Sonuç olarak medya gibi diğer DİA’ların ve devletin baskı aygıtlarının (DBA) ‘T’ bireylerin yaşamında olumsuz tezahüre sahip olduğu saptanmıştır. Ana akım gazetelerde yer alan ölüm haberlerinde ‘T’nin önemsizleştirildiğinin ve bu haberlerin kamuoyundaki olumsuz algıları pekiştirecek yönde söylemsel inşa ile sunulduğu tespit edilmiştir. Zira ölümlerin geneli bireysel meseleler gibi verilmiş, politik bağlamından koparılmış ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını yeniden üreterek okuyucuya servis edilmiştir. Anahtar kelimeler: Cinsiyet Kimliği Ayrımcılığı, Heteronormativite, DİA ve DBA, Ana Akım Medya, Trans Cinayetleri. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Abstract: Heteronormativity is one of the major problems of patriachal societies. This fiction and gender regime, which is thought to be natural, shape all areas of life. In this context, especially transgender (‘T’) individuals are exposed to gender identity discrimination, and deaths (murder, suicide). As the media naturalizes and reproduces the gender regime, it acts as an ideological apparatus that expels bodies and gender identities that are considered out of the norm. In this study, answers have been sought to these questions: 1. How are the deaths and presence of ‘T’ individuals are construct through dominant ideology and transmit via the print media, which is an Ideological State Apparatus (ISA)? 2- How are ‘T’ individuals position themselves in the social life, build themselves politically, how does this construction affect their daily lives, and how do they experience the life against the violation of rights? In order to find answers to the questions, three different methods have been used in the axis of triangulation methodology: critical discourse analysis, online observation and interviewing. As a result, ISAs and RSAs, like the media, have been found to have negative effects in the life of ‘T’ individuals. It has been seen that transgender deaths in the mainstream newspapers are presented through discursive construction in order to reinforce negative perceptions in the public opinion. Because the deaths have been showed as individual issues, separated from the political context and served to the reader by re-producing gender identity discrimination. Key words: Gender Discrimination, Heteronormativity, ISAs and RSAs, Mainstream Media, Transgender Murders.

View PDFchevron_right

MUHAFAZAKÂR VE FEMİNİST İDEOLOJİLER BAĞLAMINDA İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TARTIŞMALARINA YÖNELİK BİR ELEŞTİREL SÖYLEM ANALİZİ

Funda Kemahlı, Ayşem Sezer Şanlı

Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, 2021

View PDFchevron_right

İlliberal Popülizm Bağlamında Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Söylem: Aile Dergisi Örneği (2025)

References

Top Articles
Latest Posts
Recommended Articles
Article information

Author: Golda Nolan II

Last Updated:

Views: 5744

Rating: 4.8 / 5 (58 voted)

Reviews: 89% of readers found this page helpful

Author information

Name: Golda Nolan II

Birthday: 1998-05-14

Address: Suite 369 9754 Roberts Pines, West Benitaburgh, NM 69180-7958

Phone: +522993866487

Job: Sales Executive

Hobby: Worldbuilding, Shopping, Quilting, Cooking, Homebrewing, Leather crafting, Pet

Introduction: My name is Golda Nolan II, I am a thoughtful, clever, cute, jolly, brave, powerful, splendid person who loves writing and wants to share my knowledge and understanding with you.